• 7/26/2023 8:47:03 AM

Çok Sıcak, Daha da Sıcak Olacak

Barış Onur Örs

Dünya Meteoroloji Örgütü 2023 Haziran ayının tarihimizdeki en sıcak haziran ayı olduğunu açıkladı. Atlantik Okyanusu’nda rekor seviyede yüzey sıcaklığı kaydedildi. Hemen ardından Temmuz ayının ilk haftasında ard arda ortalama küresel sıcaklık rekorları kırıldı. Küresel ortalama sıcaklığın 17,23° C olduğu 6 Temmuz “kaydedilen en sıcak gün” olarak kayıtlara geçti. İklim değişikliği, uzun zamandır inkâr edilen, ürkütücü bir gerçeklikken, bugün yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline geliyor.

İnkârın Sonu

Son günlerde yaşadığımız olağanüstü küresel sıcaklıklarla birlikte iklim değişikliği inkârı safhasını geride bıraktığımızı söyleyebiliriz. İklim değişikliği kaynaklı aşırı doğa olayları son zamanlarda sıkça meydana gelmesine rağmen, dünya kamuoyu bu olayları birbiriyle ilişkilendirmekten kaçınma eğiliminde oldu.

Örneğin, toplumsal yaşamı durdurarak milyonlarca can kaybına ve ekonomik zarara neden olmasına rağmen pandeminin küreselleşme, endüstriyel faaliyetler ve tüketim kültürümüzle bağlantılı olduğunu göz ardı etme eğilimindeydik. Covid-19 virüsünün pandemik boyutlara ulaşması; endüstriyel hayvancılığın genel yapısı, şehirlerin kalabalıklaşması, gıda çeşitliliğinin azalarak yerelliğin yok olması ve küresel ticari ve turistik faaliyetlerin yoğunlaşmasıyla ilişkiliydi. Birçok bilimsel çalışma, bu durumun, habitat tahribi ve biyoçeşitlilik kaybı gibi küresel çevresel değişikliklerle de bağlantılı olduğunu gösteriyordu. Fakat bu bağlam genellikle göz ardı edildi ve pandemi, yanıltıcı bir şekilde başımıza gelen istisnai bir olay olarak değerlendirilerek konunun antropojenik boyutu yeterince tartışılamadı.

Dev orman yangınlarından, seller ve kuraklıklara kadar pek çok büyük ölçekli iklim olayı, her ne kadar dünya gündemini meşgul etseler de, farklı bölgelerde farklı zamanlarda gerçekleştikleri için, yaşam şekillerimizi değiştirmemizde yeterli olamadı şimdiye dek. Pandemi gibi küresel boyuttaki ölümcül bir salgın bile, faili gözle görülemeyen bir virüs olduğu için ve fiziksel olarak etkilenmeyenlerin sayısı etkilenenlere göre kat kat fazla olduğundan komplo teorilerine konu edildi ve böylece gerçek tartışmalardan kaçınmanın başka bir yolu daha bulunmuş oldu. Sözüm ona yangınlar rant veya kaos amaçlı birileri tarafından çıkarılıyor, virüs dünyayı dizayn etmek için bir laboratuvarda üretiliyor, büyük depremler uydular aracılığıyla tetikleniyor, bazı şirketlerin gökyüzünde yaptığı deneyler sellere, kasırgalara neden oluyordu. Ya buna benzer aşırı detaylandırılmış komplo teorileri ya da hiçbir açıklamaya gereksinim duymayan aşırı hava olaylarının umursamazca sıradanlaştırılması… Bu iki uç akıl dışı tutumla uzun süre oyalandı insanlık. Şimdi, sıcaktan fenalaşmamak için klimalı odalara sığınmışken, on yıllardır kaybettiğimiz, kum saati gibi azalan zamanı ve bundan sonra neler yapabileceğimizi düşünmeye cüret edebiliriz.

İklim Ertelemeciliği

Küresel sıcaklıklar, birçokları için hiçbir anlam ifade etmeyen pik yapmakta olan grafiklerin dışına taşarak, artık kimsenin inkâr edemeyeceği bir ortalamanın üstüne yükseldi. Küresel ısınma realitesini ancak bedenlerimiz sıcaktan kavrulunca kabul edebilmemiz ne ironik! Artık yepyeni bir aşamanın içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. İklim değişikliği inkârı safhasını geride bıraktık. Gerçek çözümler bulabilmek için, şimdi, iklim ertelemeciliğinin diğer biçimlerini aşmamız gerekiyor.

İklim ertelemeciliği, iklim kriziyle yüzleşmeyi ve hakiki çözümler üretmeyi erteleyen tutumları ve politikaları tanımlamak için kullanılıyor. Ertelemecilik, genellikle kısa vadeli ekonomik çıkarların veya politik kazanımların, kalıcı çözümlerin önüne geçmesine neden olur. İklim ertelemeciliğinin en yaygın biçimi iklim değişikliğini inkâr etmek olarak kendini göstermişti; yukarda değinildiği gibi boyutlarını giderek artıran aşırı iklim olayları en azından bu inkârın kırılmasına yol açmış görünüyor. Diğer ertelemecilik biçimleri ise; iklim değişikliğinin etkilerini hafife almak, iklim krizine karşı eyleme geçmeyi ertelemek ya da eylemleri engellemek olarak sıralanabilir.

İklim değişikliği, altıncı büyük kitlesel yok oluşun arifesinde olan gezegenimizin karşı karşıya kaldığı en büyük tehditlerden biri. Bu konuda bir adım atmak istiyorsak ertelemecilikten hakiki bir yüzleşmeye geçmemiz gerekiyor. Kuşkusuz bu gereklilik, bireysel bir çabanın ötesinde küresel ekonomi politikaları, üretim ve tüketim biçimlerimizde köklü bir dönüşüm sürecine işaret etmekte. Devrilme noktaları olarak tabir edilen iklim değişikliğinin geri dönüşümsüz olduğu evreye geçmeden önce, sera gazlarının salımında önemli bir payı olan fosil yakıt kullanımımızı radikal bir şekilde sınırlandırabilecek miyiz? İş dünyası bu dönüşüme adapte olabilecek mi? Ve de en önemlisi tüketim alışkanlıklarımızı hazmetmesi güç bu yeni realiteye göre yeniden düzenleyebilecek miyiz? Yoksa dışarıyı daha da ısıtmak pahasına klimaları sonuna kadar açtığımız kapalı alanlarda, gezegeni şu sıralarda kavurmakta olan dizginsiz güneşi, distopik ama büyülü, sanatsal bir nesne olarak algılamayı mı tercih edeceğiz?

Devrilme Noktaları ve Acil Eylem Gerekliliği

İklim biliminde devrilme noktaları, iklim sisteminde büyük ve genelde geri dönüşü olmayan değişikliklere yol açan kritik eşikleri tanımlamak için kullanılır (Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC). Örneğin ortalama küresel sıcaklıkların 1,5 C0 aşılması durumunda, ki buna oldukça yakınız, bir devrilme noktasını aşacağımız tahmin ediliyor. Batı Antartika buz tabakasının çökmesi, tropikal mercan resiflerinin ölmesi ve permafrostun çözülmesi, bu ısınma sonucunda tetiklenebilir. Sıcaklık artışı 2 C0’ye yaklaşırsa başka devrilme noktalarını aşmamız söz konusu olabilir. Böyle bir durumda örneğin, dünyanın akciğerleri olarak bilinen Amazon ormanları kuruma ve çökme noktasına gelerek, bir karbon emici olmaktan ziyade bir karbon kaynağına dönüşebilir. Bu durum, iklim değişikliğini daha da hızlandırabilir ve geri döndürülemeyen bir döngü başlatır. Tahmin edilemez seviyede aşırı hava olayları, deniz seviyesinde önemli yükselmeler, su kaynaklarının azalması ve tarımsal verimlilikte büyük düşüşler… Bilim insanları, acil önlemler alınmadığı takdirde böyle bir senaryonun önümüzdeki birkaç on yıl içinde gerçekleşebileceğini söylüyorlar.

Bunun önüne geçebilmemiz için, sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltmamız gerekiyor. Bu, enerji üretiminde, ulaşımda ve endüstride fosil yakıt kullanımını azaltmayı ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi içeriyor. Ayrıca enerji verimliliği artırılmalı ve üretimden tüketime yaşamın her alanında enerji tasarrufu teşvik edilmeli. Tabii her şeyden önce elimizdekini korumak, doğal varlıkların ve ekosistemlerin endüstriyel faaliyetler için yalnızca maliyeti düşük birer kaynak olarak görülmesinin önüne geçmek gerekiyor. İklim değişikliği ile mücadeleyi, ekonomik ve sosyal politikaların merkezine koymalı; kendine yeten, döngüsel, iklim krizine dirençli yaşam biçimlerini ivedilikle inşa etmeliyiz. Bu çaba, yaşadığımız gezegenin geleceğini korumak için, zaman daraldıkça daha da önemli hale geliyor.