- 6/14/2023 10:57:12 AM
Talent'i Geri Kazanmak – 3. Bölüm
Kartları Yeniden Dağıtmak
Barış Onur Örs
Yeteneği İşlemek
Eğer birbirimizden farklıysak, hepimizde yalnızca bize özgü olan, başkasında bulunmayan bir yan var demektir. Salt bize özgü, yani biricik olan niteliklerimiz; tıpkı bir dere yatağı gibi güzelliklerin ve kusurların karışımından oluşur. Sular akıp giderken kusurlar yetkinliklere, yetkinlikler ise bambaşka yetersizliklere dönüşecektir.
Yaşamımızın önemli bir bölümü, yeteneklerimizi ya da yetersizliklerimizi anlamaya çalışmakla geçer. Neye yetkin olup neye olamadığımız çoğunlukla içinde bulunduğumuz koşullara bağlıdır. Eğer yeteneklerimizin ortaya çıkmasını engelleyen sığ bir toplumsallıkla kuşatılmışsak, birçok konuda yeteneksiz olduğumuzu düşünebiliriz. Bazen de tam tersine, bizi kuşatan sığ koşullar, kendimizi olduğumuzdan daha yetenekli görmemize neden olabilir. İçinde bulunduğumuz toplumun hangi davranışımızı teşvik edip hangisini baskıladığı da belirleyicidir. Sonuç olarak, belli bir alanda doğuştan bir yeteneğe sahip olup olmadığımız konusu tartışmaya hep açık kalacaktır.
Anders Ericsson ve Geoff Colvin gibi araştırmacılar, insanların doğuştan gelen yeteneklere fazla vurgu yaptığını, oysa gerçek başarıya ulaşmanın anahtarının "amaca yönelik alıştırma" (deliberate practice) olduğunu savundular. Araştırmacılar, en başarılı öğrencilerin sadece yetenekli oldukları için değil, aynı zamanda hayatlarının daha büyük bir kısmını amaca yönelik alıştırmaya ayırdıkları için bu seviyeye ulaştıklarını düşündüler.
Ericsson ve arkadaşları, yaptıkları bir çalışmada (1993), farklı performans düzeylerindeki müzisyenleri, müzik ile ilişkili çeşitli aktiviteler açısından karşılaştırarak amaca yönelik alıştırmanın rolünü incelediler. Araştırmanın sonunda, performans düzeyi yüksek olan viyolonistlerin, performans düzeyi düşük olanlardan yaklaşık 3 kat daha fazla alıştırma yaptıkları görüldü. Profesyonel ve amatör piyanistler arasında ise bu fark neredeyse 10 kat oldu.
Amaca yönelik alıştırma, sadece bir beceriyi tekrar etmekten çok daha fazlasını gerektirir. Bir etkinliği yaparken, özellikle zorlu ve konfor alanının dışında kalan yönlere odaklanmayı, geri bildirimleri kullanmayı ve sürekli olarak beceri seviyesini iyileştirmeyi içerir. Örneğin bir piyanist, bir parçayı baştan sona tekrar tekrar çalmak yerine, parçanın belli bir bölümünü veya zorlu bir tekniği çalışabilir. Öğrenme sürecinde gerçekleşen hataları düzeltmek için düzenli geri bildirim alma ve sürekli gelişmeye odaklanan alıştırma, yoğun odaklanma ve konfor alanlarının dışına çıkma, Ericsson'un yeteneklerin nasıl geliştirileceğine dair ana reçetesidir.
Malcolm Gladwell ise başarının sadece kişisel yetenek ve sıkı çalışma sonucu olmadığını, başarılı bireylerin aslında çoğu zaman belirli fırsatlardan ve özel durumlardan yararlandığını savunur. Bu fırsatlar ve özel durumlar, çoğunlukla kişinin kontrolü dışındaki faktörlerle belirlenir - nerede doğduğunuz, hangi ailede büyüdüğünüz, hangi kültürel değerlerle yetiştirildiğiniz gibi.
Gladwell, Bill Gates'in gençken bir bilgisayar terminaline erişiminin olmasının, onun başarısında önemli bir rol oynadığını ileri sürer. Bu, 1970'lerin başında çok nadir bir durumdu ve Gates'in bu erişimi, bilgisayar programlamasında binlerce saat geçirmesine ve bu alandaki yeteneklerini geliştirmesine olanak sağladı. Yani Gates, belirli bir fırsata sahip oldu ve bu fırsatı maksimum şekilde kullandı.
Başka bir örnek, Kanadalı hokey oyuncularını inceler. Gladwell, Kanada'daki en iyi genç hokey oyuncularının çoğunlukla yılın belirli aylarında doğan çocuklardan oluştuğunu gösterir. Bunun nedeni, yaş gruplarına göre düzenlenen liglerde, yılın erken dönemlerinde doğan çocukların genellikle daha büyük ve daha gelişmiş olmasıdır. Bu durum onlara daha fazla oyun zamanı ve daha iyi koçluk imkânı sağlar. Dolayısıyla, bu çocuklar daha fazla pratik yapma ve becerilerini geliştirme fırsatı bulurlar. Yani, bu başarı da yetenek veya sıkı çalışma yerine, doğum tarihleri gibi kontrol dışı bir faktörle ilişkilidir.
Gladwell'in ana noktası, bu tür fırsatların ve özel durumların, genellikle başarıya giden yolda belirleyici olduğudur. Bu durumlar genellikle göz ardı edilir çünkü genellikle başarıyı bireysel yetenek ve çabanın sonucu olarak görme eğilimindeyiz. Ancak Gladwell, bu çevresel faktörlerin başarının anahtarı olduğunu öne sürer.
Yeri gelmişken, Ericsson’un “amaca yönelik alıştırma” yaklaşımı, Gladwell’in, 10.000 saatlik uygulama ile bir uzman haline gelinebileceği esasına dayanan “10.000 saat kuralı” için bir temel oluşturmuşsa da Ericsson, Gladwell’in araştırmasını yanlış yorumladığını ve yalnızca aynı etkinliği tekrarlayan 10.000 saatin yeterli olmadığını söylemiştir.
Yetenek gelişimi üzerine çalışan başka bir araştırmacı olan Carol S. Dweck, insanların genelde ya sabit bir zihniyet (yeteneklerin doğuştan geldiğine ve değiştirilemez olduğuna inanma) ya da büyüme zihniyeti (yeteneklerin çaba ve öğrenme yoluyla geliştirilebileceğine inanma) sergilediğini belirtir. Büyüme zihniyetine sahip olanlar genellikle daha çok başarıya ulaşırlar çünkü başarısızlıklarını öğrenme fırsatları olarak görürler ve sürekli gelişme ve ilerleme peşindedirler. Sabit zihniyete sahip bireyler, zorluklarla karşılaştıklarında genellikle pes ederler; çünkü hatalar ve başarısızlıklar, onların kişisel yetersizliklerinin bir göstergesi olarak algılanır. Sabit zihniyetli bir kişi, genellikle belirli bir beceriye sahip olmadığına inandığı için yeni bir beceri öğrenmeyi denemez. Örneğin, biri "Ben matematikte hiç iyi değilim" diyerek yeni bir matematik konusunu öğrenmeyi denemeyebilir. Öte yandan, büyüme zihniyetine sahip olanlar için başarısızlıklar ve hatalar bir öğrenme fırsatıdır ve daha fazla çaba göstermeye teşvik eder. Büyüme zihniyetine sahip bir kişi, bir beceri konusunda ilk denemede başarısız olsa bile, bu beceriyi geliştirmek için daha fazla çaba harcayacaktır. Dweck, yaptığı bir çalışmada, öğrencilere bilişsel eğitim verilmesini sağlayarak öğrencilerin matematik notlarının zaman içinde önemli ölçüde iyileştiğini gözlemlemiştir.
Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi ise "akış" kavramını ortaya koyarak bir kişinin bir etkinliği yaparken tamamen odaklandığı ve zamanın nasıl geçtiğini fark etmediği durumları tanımlar. Csikszentmihalyi'ye göre, bu durum genellikle zorlu ama aynı zamanda beceri düzeyine uygun bir etkinlikle karşılaştığımızda ortaya çıkar. Bu "akış" halinin yetenek gelişiminde önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Zira bu durumda, bireyin aktiviteye yoğunlaşması ve bu süreçten keyif alması, yeteneklerini geliştirmesine yardımcı olur.
Bir başka nokta da, yeteneklerimizin gelişiminde öz-yönlendirmenin önemidir. Çoğu yetenekli birey, yeteneklerini geliştirmek için bir tür öz-denetim ve öz-yönlendirme uygular. Bu, belirli hedeflere ulaşmak için belirli davranışları sürdürme ve diğerlerini durdurma yeteneği anlamına gelir. Öz-yönlendirme, özellikle "amaca yönelik alıştırma" gibi süreçlerde önemlidir, çünkü bu tür bir alıştırma genellikle yüksek düzeyde motivasyon ve disiplin gerektirir. Yetenek gelişiminin önemli bir parçası da yeteneklerin farkına varma ve bu yetenekleri tanımlama sürecidir. Bazı insanlar, çocukluklarından itibaren belirli yeteneklere sahip olduklarının farkına varırken, diğerleri yeteneklerini yetişkinliklerinde keşfedebilir. Bu yeteneklerin farkına varmak ve onları tanımlamak genellikle bireyin kendini daha iyi anlamasına ve bu yeteneklerin gelişimine odaklanmasına yardımcı olur. Ancak, bu süreç her zaman kolay olmayabilir. Bireylerin yeteneklerini keşfetmelerini engelleyebilecek pek çok faktör vardır. Bunlar arasında çevresel baskılar, önyargılar, kendini küçümseme ve yeteneklerini geliştirmek için yeterli fırsatın olmaması gibi faktörler bulunabilir. Özellikle bu son nokta, eşitsizliklerin yeteneklerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynayabileceği anlamına gelir.
Yetenek gelişimine odaklanırken, kişinin bu yeteneklerini nasıl ve ne amaçla kullandığına dikkat etmek önemlidir. Yetenekler, kişinin hayatını zenginleştirebilir ve topluma katkıda bulunabilir. Ancak, yeteneklerin sadece başarı ve verimlilik için bir araç olarak görülmesi, bireyin bu yeteneklerden alabileceği keyfi azaltabilir ve hatta stres ve tükenmişliğe yol açabilir. Bu nedenle, yeteneklerimizi nasıl değerlendirdiğimiz ve kullanmak için nasıl motivasyon bulduğumuz önemlidir. Bu, hem yeteneklerimizi geliştirmemize hem de bu yeteneklerden keyif alabilmemize yardımcı olur.
Sonuç olarak, yetenek gelişimi, doğuştan gelen yetenekler, çevresel faktörler, kişisel motivasyon ve disiplin gibi çeşitli faktörlerin birleşimi ile gerçekleşir. Her bireyin kendi yeteneklerini keşfetme ve geliştirme yolculuğu benzersizdir ve bu yolculuk, kişinin hayatındaki çeşitli etkenler tarafından şekillendirilir. Yeteneklerimizi geliştirirken, onları sadece başarıya ulaşmanın bir aracı olarak görmekten kaçınmak, bunun yerine, yeteneklerimizi, hayatımızı zenginleştiren ve bizi diğer insanlardan farklı kılan özgün özellikler olarak görmek önem taşır. Bu perspektif, sadece başarılı olmak için değil, aynı zamanda kendimizle daha iyi bağlantı kurmak ve hayatımızın daha doyurucu ve anlamlı olmasını sağlamak için de yetenek gelişiminin önemli olduğunu hatırlatır.
Yeteneği İşletmek
Yetenek kavramı, herkesin içinde yüzme imkânı bulacağı büyük bir havuz gibidir. Ancak kimin havuzun neresinde, hangi stilde yüzeceğini açıklamaz. Herkes bir şekilde suyun üzerindedir; su bazen çok dalgalı olur, havuzdakiler yer değiştirmek ya da stillerini gözden geçirmek zorunda kalır. Dezavantajlılar birdenbire bir avantaja sahip oluverir. Suyun dibinde uzun süre kalabilenler, çabuk yer değiştirebilenler, kayalara tutunabilenler... Havuz başlı başına bir ekosistemdir. Dolayısıyla dış koşullar, yapılacak iş ve hedefler tanımlanmadığı sürece “yetenek” kavramı sığlaşarak işlevini yitirebilir.
Kimin hangi konuda yetenekli olduğunu belirlemek her zaman kolay değildir. Çünkü yeteneklerin değerlendirilmesi, yapılacak işlere ve o işlerin gerektirdiği özel koşullara bağlıdır. Bu durum, özellikle “yenilikten” bahsettiğimiz zaman daha belirgin hale gelir. Yenilik fikri, çoğu zaman mevcut paradigmayı aşmayı gerektiren bir özellik talep eder. Henüz var olmayan bir yeniliğin koşulları tam olarak bilinemeyeceği için, bizlere bu yenilikleri ulaştıracak yeteneğin ya da bilgi birikiminin kimde olduğunu belirlemek de güç olacaktır. [Bkz. Keşfetmenin Keşfi]
Özellikle günümüzdeki teknolojik gelişmeler, yeteneği tanımlayan temel unsurların değişmesine yol açmakta. Örneğin koşma yeteneğini ele alırsak; bugün spor alanı ya da çok özel branşlar dışında hızlı bir koşucuya pek ihtiyaç duymadığımızı söyleyebiliriz. Oysa geçmişte topluluklar arasında haber ulaştırmada ya da yakın zamana kadar savaşlarda hızlı koşuculuk hayati bir öneme sahipti. Benzer şekilde özel yetenek ya da donanımlı işgücü gerektiren birçok meslek, günümüzde yerini otomasyona bırakıyor. Yakın zamanda içinde doktorluk, avukatlık gibi çok özel, beceri gerektiren mesleklerde hatta sanat ve mühendislik alanlarında (ortadan kalkmasalar bile) istihdamın azabileceği, en sık tartışılan konulardan biri. Böyle bir tablo içinde yetenek tartışmalarının muğlaklaşması kaçınılmaz. O halde yetenek kavramına odaklanırken sorularımızı değiştirerek, genel becerilerimizi ve toplumsal sorunları çözme pratiklerimizi nasıl geliştirebileceğimiz üzerine odaklanmak daha akılcı görünüyor. “Kariyer hedeflerimize odaklanarak bireysel yeteneklerimizi nasıl geliştirebiliriz” sorusunun aksine; “toplumsal, çevresel, ekonomik ve sürdürülebilir bir faydayı nasıl sağlayabilirim” sorusuna geçiş yapılamaz mı?
Yapay zekâ uygulamalarının yaygınlaşmasıyla, günbegün, bilgiye sahip olmanın önemi de yitiyor. Yakın zamana kadar, belli sorunlarımızın üstesinden gelebilmek için üstün düzeyde kalifiye insan gücüne, yani özel yeteneklere ihtiyaç duyulurdu ve bu özel bireylerin yetişmesi için uzun yıllar boyunca çaba sarf etmemiz gerekirdi. Günümüzde de bu ihtiyacın sürüyor olmasına karşın, artık talep edilen özel yetenek, spesifik bir işi yapma yetisi değil. Spesifik işlerin çözümü için gerekli aygıtlar zaten yaratılıyor; otomasyon, robotik, yapay zekâ ve makine öğrenmesi benzeri yollarla bu yaratım teknolojileri her geçen gün geliştiriliyor. Tam da böyle bir gelişim çizgisi içerisinde birey olarak bizlerden beklenen yetenekleri yeniden tarif etmemiz, deyim yerindeyse kartları yeniden dağıtarak rollerimizi tarif etmek hayati önemde.
Bugün sözgelimi hiçbir eğitim almamış, sıradan bir bireyin bilgisayarın karşısına oturup, doğru soruları sorarak dünyanın en can alıcı sorunlarına katkı sunması teorik olarak mümkün... Her ne kadar bu bireyin doğru soruları doğru şekilde sormayı öğrenebilmesi için, bilişsel bir eğitimden geçmiş olması gerekse de, bu kişinin yalnızca doğru soruları sorarak, ortalama bir kuramcının kapasitesine yaklaşmasının olanakları her geçen gün artıyor. Örneğin bu birey, gezegenin en büyük sorunlarından biri olan küresel ısınma problemini çözmeye neden bir katkıda bulunmasın? Hemen elimizin altında bulunan, kapasiteleri giderek artan yapay zekâlara bu soruların çok az sorulması ne tuhaf değil mi? Onlara görevlerimizi yaptırıyor, makaleler yazdırıyor ve kariyer planlamalarımıza yardımcı olmalarını istiyoruz ama gezegeni nasıl kurtaracağımıza dair diyaloğa girmekten kaçınıyoruz. Oysa soruları doğru şekilde sorma yeteneğimizi geliştirebilseydik belki de bu algoritmalar bizlere karbon salımını azaltacak ya da atmosferden karbonu uzaklaştıracak yollar önerebilecekti. Kimya mühendisliği eğitimi almış olmasak bile, bizlere “negatif emisyon teknolojileri” hakkında bilgi verebilecekti. Belki de onunla adını birlikte koyacağımız bir madde geliştirecek; hafif, dayanıklı ve atmosferden karbondioksiti emme yeteneğine sahip bu süper malzemenin kimyasal özelliklerini birlikte belirleyebilecektik. Bu malzemenin binaların dış cephe kaplamalarında, otomobillerin gövdelerinde ve uçaklarda, gemilerde ve hatta uzay araçlarında kullanılabileceğini ve böylece atmosferden karbondioksiti eksiltebileceğimizi yalnızca bilgisayarımızın başında oturarak bilebilecektik. Doğru ve uygun sorularla yeterli ve tutarlı yanıtlar aldığımız sürece, irili ufaklı tasarımlarımızı belki de uzmanlar eşliğinde birer araştırma geliştirme projesine dönüştürebilecektik.
Bugünkü iş dünyası ve teknolojik gelişmeler, bireysel yeteneklerimizi farklı şekillerde tanımlamamızı ve yeniden organize etmemizi gerektiriyor. Yenilikler, bizden mevcut durumları aşan yepyeni özellikler talep ediyor.
Yetenek gelişim süreci, doğuştan gelen yeteneklerimiz, toplumsal ve kültürel çevremiz, öğrenme ve deneyimlerimiz, kişisel motivasyonlarımız ve daha pek çok faktörün birleşiminden oluşur. Yetenek gelişimi, bireyin hayatını zenginleştirmenin yanı sıra topluma değer katmanın bir aracı olabilir. Ancak, bunun gerçekleşmesi için yeteneklerimizi ve onların gelişimini daha insana özgü ve bütünsel bir perspektiften anlamamız gerekmekte. Yeteneklerimizi nasıl kullanacağımız, topluma karşı sorumluluklarımızı da belirler. Yetenek gelişimine sadece bireysel başarı veya verimlilik perspektifinden bakmak yerine, onu kişinin kendini daha iyi anlamasını ve topluma değerli bir katkı sunmasını sağlayan bir süreç olarak görmek yerinde olur.
Kaynaklar:
Anders Ericsson ve Robert Pool, Peak: Secrets from the New Science of Expertise (2016)
Carol S. Dweck, Mindset: The New Psychology of Success (2006)
Geoff Colvin, Talent is Overrated: What Really Separates World-Class Performers from Everybody Else (2008)
Malcolm Gladwell, Outliers: The Story of Success (2008)
Mihaly Csikszentmihalyi, Flow: The Psychology of Optimal Experience (1990)